1 Haziran 2010 Salı

Tutunamayanların izinden…

Babam bana anlatmadı, ilkokul öğretmenim de... bildiklerinden bile emin değilim... Bir tutunamayan olmanın zorluklarını okul sıralarında öğrenemedim ben, zaten "de-da" larıda ayrı yazmayı hala beceremem: Bana göre bu ayrılıklar şehrinde hiçbir hece ayrılmamalıydı ana karadan ...

Tutunamayanları ilk duyduğumda kazık kadar olmuştum hatta bu yaştaki kazıkları kullanmayı devlet yasaklamıştı tehlike arz ettikleri için... içten içe çürümüştür diye iftira atıldı kazıklara ve sonrasında akıllı bir esnaf bir boya yaptırttı kazıkların üstüne sanayide... sonrasında 3 tanesi 1 kuruştan sattı bit pazarında bitsiz müşterilerine...

Bir tutunamayan olmak bile zordu artık... hayatı bırakmak gerekiyordu, tüm bağlardan kurtulmak gerekiyordu... siz bıraksanızda tutacaklar tutuyordu sizi ve ağız tadı ile bir tutunamayan bile olamıyordunuz. Sonrasında güneş doğdu belirsiz bir doğuluktan... batılıkta battı ansızın ama arasında bir yaşam yaşandı... güneşin altında ama gölgelerde... ışıktan korktu tutunamayan çünkü hassastı derisi... Hassas olduğu için derisi; dokunmak günah sayıldı sokak arası abi sohbetlerinde. Yüz üstü yatmak, karanlıkta eşemek, şort diymek bir de tutunamayanlara dokunmak yasaktı artık. En çok bayanlar sevindi buna: Tutunamayanlar vebalılarla ahbab oldu bu sayede ama görüldüki onlar bile dokunamıyorlardı korkudan! Sonrasında vebalılara hayır duaları edildi. Kral onları korusun diye 4 kez koro şeklinde bağırıldı tutunamayanlar sohbetlerinde...

Bir görevi vardı tüm tutunamayanların, oda anlatmak tutulamayanlar ilkelerini... ama hiçbiri becermedi... anlatmaya çalıştıkça daha da batırdı tüm gerçekleri. Hatta bir tanesi kitap bile yazdı... Ama daha da karıştı herşey…

Ben mi? hayır bir tutunamayan değilim, beceremem yapamam... nasıl olurda tutunamam... beceremem... taklitçiyim sadece umarım daha da beter olurum inşallah... Hatta dur olayım… kendi cezamı kendim vereyim bir tutunamayan kopyası hazırlayayım kendime, “tutunamayan olamayanlar kopyaları” diye öğrenciler küçük yeşil silgilerin üzerine yazmak zorunda kalsın hatta ve beceremeyenlere disiplin cezaları verilsin. Velileri çağrılsın ve “ama”’lı cümleler kurulsun velilere…
Tayfun ULU : 1980'de doğdu. Kaç yaşında olduğunu hesaplaması kolaydı. 85'de 5, 87'de 7 olacaktı ama sonrasında hesap karıştı parmak hesapları yetmedi. İhtilal zamanı doğru ama asker olmadı. Hayaller kurdu yatak odasında tavana bakarak ve o zamanlar tanıştı nufyat'la... Kireç tavanlar azaldı modern boyaların yaygınlaşmasıyla ve bu boyalar hayal gücünü zayıflatıyorlardı: Kireç tavanın dokusu pürüzlüydü ama yeni boyalar düzdü, dümdüz… Okulda anlatılanları dinledi ama sıkıldı genelde. Hocaları "ama" ile devam eden güzel cümleler kurdu velisine... "Akıllı çocuk ama..." ama'yı tanıdı hocalarından... Ve lanet olası ama yı neredeyse her cümlesinde kullandı ama her seferinde de “ama kendisinden önce gelen cümleleri siler” dedi kendisi ile çelişerek. Patenleri olan sarı saçlı kıza aşık oldu ilk okul sıralarında... Onunla piyes yaptı ama kötü adam oldu oyunda ve "tulu" ile tanıştı. Sonrasında kendi adını bile unuttu, kızın adını sordu nufyat'a defalarca ama ser verdi sır vermedi lanet olası nufyat... Hiçbir hesap yapmadan büyüdü, hayat ona kıyak geçti; kopya verdi. Liseye geldiğinde bir hoca sordu sosyal mi, matematik mi, fen mi diye... 3 ihtimalden birini seçti bilinçsizce, ne bilebilirdi tüm hayatının cevabını verdiğini ama işte hayat kıyak geçti hep sevdi seçtiklerini... Ne çok sevindi, ne çok üzüldü, ne de çok kızdı... Üniversitenin sıralarında yükseldi alçaldı… Yavaş yavaş bitirdi yıllarını, duvarlarına çentik attı kalp duvarlarının. Kalp demişken kalp kapaklarının kan pompalamasında işe yaradığı anlatıldı fen derslerinde ama o kalbini kapadı o kapaklarla genelde. Sonrası mı? Tarihi kayıtlarda birçok çelişkili bilgi var. Hatta bir uzman; tayfalojist bir gece kaynakların arasında fenalaşıp o ünlü sözleri söyleyip bıraktıp gitmiş herşeyi, yirmi küsur yıllık mesleği bırakıp bir ege kasabasına yerleşmiş… O ünlü sözlerde bulunup buraya yazılamadı bu sebepten…
Nufyat ULU : Doğum tarihi tam bilinemiyor. Erken yaşta tanıştı tayfun ile, tulu ile ise hiç anlaşamadı, pek yüz yüze konuşmadılar hatta; ortak arkadaşı olan iki düşman oldular. Tulu onu güçsüz buldu aşağıladı ama Tayfun çok değer verdi ve bu yüzden dokunamadı ona... İlk hikayesini sınıftaki patenli kız için yazdı çizgili sayfalara ama kimse inanmadı onun yazdığına, hocası bile; halbuki her satırında o vardı: Kendi hikayesinde kahraman olmak istedi ama seçmelere gidemedi boğmaca olmuştu, tulu oynayabildi sadece... Sonrasında ölmedi, boğmaca boğamadı onu… hep orada durdu, tulu'yu sinir etti ama tayfun ile iyi anlaştı. Hatta tayfun onu birkaç kişi ile bile tanıştırdı... Kendini önemli saydı sıfırdan on’a kadar sayarken. Sayı demişken; çift sayı gördü kendini ama tek yaşadı… Birkaç kez hastalandı hastaneye kaldırıldı ama hiçbir doktor rontgenlerde göremedi derdini… Birkaç asistan nufyalojistlere göre hocaları profosör nufyalojistler incelemelerini derinleştirdikçe efkarlanıp içki batağına düşmüşler, daha dibe düşerler inşallah, dipsiz kuyularda gebericesiler… Devlet bu profosörler için sürgün kararı verdi iyiki ama kardeş olmayı becermeyen ülkeler, fahri profosör ünvanı verdiler ve sokaklarına şehirlerinin hayrat olarak şarap çeşmesi yaptırdılar …
TULU : İnsancıklar en çok onu sevdi. Tayfun bile bazen ona gitti başı sıkıştığında... Sertti biraz ve doğruları kesindi. Göstermezdi kendisini fazla ama hissettirirdi. Karışmazdı herşeye. Nufyatı sevmedi. Ona göre tüm sorunların kaynağı oydu… Birkaç kez karakola düştü mahalle kavgalarında… Bir keresinde bir bayanı rahatsız ettiği bile söylendi ama bayan yalanladı hatta birlikte bir kaç kez kuytularda görüldüler… Korkudan yaklaşamadı uzmanlar bu yüzden kayıt altına alamadılar. Kimse ile anlaşamazdı ama tayfun’u severdi. Sevmesine severdi ama o bile salaklıklar yapıyordu: Başta çok değer veriyordu bu nufyat olacak soytarıya… Ahhh kral olsa soytarı bile yapmazdı onu. Zaten sıkıcıydı, soytarı dediğin insanı eylendirmeli…
... : adından hiç bahsedilmedi. Araştırmacılar hakkında hiçbirşey bulamadılar. İsmi bile öğrenilemedi veya ne zaman doğduğu… Var olduğundan şüphe edildi. Tarihi kayıtlara geçirilmeyecekti fakat bir gün tayfun’un bir içki sofrasında tulu’ya onun hakkında dert yandığını görenler oldu. Tayfun da, Tulu da inkar etti…

Izmir, 01.06.2010…